âdem yazıcı

bukağı

hafıza dolu olsa da bilemediğin ölüm şekline kapanıp ağla,
şehir kadar kalabalık değil buralar , buralar vardan daha var değil
oyuncaklar gibi çınlıyor burada. burada işte altüst olmamış bir kara parçasında
ağırdan alıyorsun daha hızlı akıyor bilgi, bilinçaltı epiği,
körlük bilgi, her şeyi kavradığını sanan kibir, denizde bir damla olmayan bilgi
bir ağ içinde boğulmuş bilgi, bir örümceğin can havliyle kendinden var ettiği ikilem;
kargaşa, coşku ve titreme ve bu coşkulu söylem

böyle olmayacaktı, bir şeylerin varlığı sadece hissetmekle kalacaktı
çağrı buydu, bütün çağrıların içinde en çok sesi çıkan çağrı bu, can alıcı komut bu
mikroişlemci çığlıkları bu, masaüstü ögelerinde verilen zayiat bu!
çapraz bir çatlak, kırık değil, olsa karşı kıyıya düşerdi
çocukken gördüğün düş doğrudan cennete düşerdi
seni bukağılardan, seni aygıtlardan, seni gelecekte olacak ateş doğurucu aşklardan
seni barboros yapmamış dalgalardan, nefes mi ekmek mi sorularından
seni sabit bir disk sanıp çöp kutusu sanıp, kör bir fare sanıp kuyulardan…

ağlamayan göz su vermiyor, monitör uğultusu ruhları kelimelere göm!
bir istanbul olsun, kuyruklu yıldız ardından gözlerinde kamaşan göktaşı olsun
öğle uykularından uyan yalnızlıklara vur kendini, kendini bakışa yüklenen ışığın ötesine
geçir
kendini kuş takımlarına çevir, kendini hırpalanmamış gök boşluğuna çevir
ramdan daha ötelere, çevrimiçi kaldığın bütün gölgelere
sen bir yazılım ustası kadere konuş, bu kadar hız hangi kürede insan eritir de
hangi telaş hangi heyecan gül kokusunun ardından gelir de
cennetin bu dünyada yaratılma serüveninin içine düştük de,

ekran kartlarının ve tarayıcıların şövalyeleri bizi alıp götürdü de,
salt okunan bellek bize tanrı’dan armağan de, sabit hataları kaydediyor de,
kamp güneşi de, güneşten ayrılan gökkuşağı de, ondan önce herkese yağan bir tas su de
daha elim bir kaza olsun diye kendini vurmuş de
tavşan dağa küsmemiş, dağı görmeden küsmenin derinliğine aldanmış de

antrede vurulmuş, odalar temiz
dokunduğun her şeyin saydam bir cama dönüştüğü cevapsız mesaj korkuları
anlamadığın yerden kurşunlar, anlamadığın yerden ölüm
bahar bunca mutsuzluğun üzerini örterken belki yaralının yanından geliyordur
belki bilekleri deniz kumu gibi darmadağın, belki kokuya kaçıyordur
belki tuşlara son suru üflüyor nefesi
belki hiç ölmüyordur