sahra nacar
karanlığın göverişi
bana bal dediler sana adak sevgilim
sonra sarıldık
hiç unutmuyorum
yüzün mabedlerin koyu gölgesiyken sesinle emekledim
yosun tutmuş taşları
susarsak israfı başlatacağız
tüm çıngıraklar boşalacak
acıya tamahı olmayan çelik çomaklardan
iyisi mi biz seviyorum diye bağıran deliler düşleyelim
başlığından kuşlar geçen şiirler
devlet azaları düşü düş(ü)versin
kazılan siperlere
taşlar soğuk
ter ve kemik
çırpınıyor heykelimiz
karanlık göverir gövermez
dağ başlarında ayazlarda
nöbet tutan askere sarıyoruz
dut yaprağı kadar geçirgen gözlerimizi
bal rengi bir adam mı bu
kuralsız uçan
Basmane Garı’ndayız
1876 yüksekliğinden Gustave Eiffel
İki satır mektup yazamayan haykırgan
atıyor üstümüzden ölüm örtüsünü
Asya’nın mavi ispinozu
sus makosen ayakkabı!
yeter baharlara doğrattığın oyuncaklarımızın rüzgarlarını
sokaklarımız kömür kokusu
kapılarımız çürük kırmızı
kargışlı zamana varmadan uyanırsak
sayıklayan ırmaklar damlayacak avuçlarımıza
iyi bir öykünme olmasa da bu
ve unutulmuş
ve harfleri okunaklı edip
kabul buyur çürümüşlüğümü
hırsızlar ve fahişeler demiştik onlara
dilimizden çürüdük
hem nasıl
iklimlerden yorgunduk
hem nasıl
oysa Adem kutsal bir yaprakla örtünmüştü
ve ancak bir tanrıya
bu kadar güzel şiirler okuyabilirdik
büyük bir şehrin
küçük bir parkında kezzapla korkutulan incirler aşılayıp
dilencinin kundak çocuğunu
çekerdik yüzümüzün derisine
keskin nişancıları ballı hardalla besledik
sıcak tuttuk
hiç unutmuyorum hiç
batıya doğru aktı gözyaşlarımız
ve topuklarımızda dövülen bir keçeydi eylül