tevfik kanoğlu

rüyam acayip

Asit kokusu kuytu gölgede
Bakkal kuytuda,
Şekerler dolu çizik kâse
Ay boyu başarımı planladım

Unutmak için miydi bütünü
Okul önünde bir zafer işareti hepi topu
Yamuk bir kas zarafeti
O da karanlıkta seçilmez,
Bu kadar mıydı yani?

Bir özür borcum var sana hep
Hep suçluyum karşında
Aklına yüreğine güvenseydim
Varsın olsun sayısız kabahatin
Eğilirdim ayağına,
Bağlanırdım hem nasıl

Fakat, bulamadım
İnsanda yok sarılacak bir cüz

Ondan gururlu sanılıyorum,
Ondan bu kadar cellat
Haşmetim ayak ucumda oysa
Tabanlarım birer namlu
Tepem atıyor kalbim okşandıkça

Topuklarımda tanıdık bir şırıltı
Bir yabancı işte, tıpkı benim gibi, baksana
Bakışını topuğuma uzatmış
Kutsal bir göl arıyor, içinde boğulmalık
Ancak tüm keşfettiği pişmemiş et
O da hep buralık

Edebiyatta delilik tarifsiz kârdır
Bir ecinninin hep diktir bileği
Ya askeriyede, devlet kurumlarında?
Sabah ezanıyla uyudum, melunum
En güzel yolculuklarımın mesafesi kafa tasım

Bant sızlıyor bebek sesiyle
İşçinin iskeleden bıraktığı yük
Deliyor yeri ve yüreğimi
Yüksek bir balkon taksi camından anca sezdiğim,
Sıska ağaçların gizlediği gençten bir oğlan
Titriyor belli belirsiz yarısına kadar çıplaktır teni
Islak bir gölge gözyaşlarım
İnceldikçe incelen bu kokusu
Rüzgâra değmektendir

Medeniyete uzak bi yerde
Tek bir yürüyüş başka bir şey değil
Bir kapı dizinde omzum sıkışsın
Mevsim, sıcaklığından on derece eksilsin
İsmini bile bilmediğim tüm kısa otlar,
Acının cerahati gibi sızlasın
Yokluğunu gözüm seçsin yeter
Yoksa adsız olsun, ne çıkar
Önemlidir diye gizlediğin sırdan

Ben vakti geçmiştir dedim
Varlık çarçur edildi, ay çoktan battı sandım
Yüreklerin ezildiği derinde
Bilekten bir pıhtı kımıldadı
Şecerelere bindi kayıklar,
Akıllardı kesenekli, içinde cürmün havladığı
Ben vakit hazırdır, her şey bitti sandım
Yoksa ne münasebet,
Neden elim hâlâ etimde,
Suç. Suçtan bir otoban
Bir aralık bile yok nefeslik
Tek duraklık bile değil yol,
Sonsuzda hiçbir iz seçilmiyor
Neresi benim nere sen
Londra. Bizim şehrin ağzında
Yok göğün yerden bir zerrecik damladığı
Bütün koyu şehirleri,
Baksana, eşitlemiş meridyen

Dedim ki bu son günden beterdir
Hiç yoksa tadını çıkarayım olan bitenin
Hepi topu birkaç saniyesi dinlenişin
Aybattı, soğuk salisede on birim daha arttı
Herhalde en zoru bu
Vakitsiz gelen cinnetin

Birini seyrediyorum, eteklerini sıkıştırmış dizine
Sanki derisi yok etinin
Leğen kemikleri mavi damarlar gibi
Seçtim mahreminden
Yani ağzında kalmış yemişten
Dişini sızlatan asabi bir sinirden
Fotoğrafların portrelere benzediği zamandan
Dudaklarında kefen ışıltısı,
Fuayede tıkınıyor ondan geri kalanlar
Hecelerse, bir kıskançlık gibi gizleniyor kulaktan
Belki de bu ilerde âşık olacağım gençten bir kadındı
Ama sırnaşlığı giyinmiş mekân,
Yaklaşmak mümkün değil

Çenesinin sağ çaprazı yine de, akkarınca yürüyor
Pembeli beyazlı Converseler,
Aragon. 70 tarihli bir Gallimard baskısı
Keşke kitaplar yalnız elinin kiri olsa,
Tüm vaktinin piştisi,
Ruh haritası hep orda

Ve bütün merhametini boş geçen saatlere gammazlıyor
Ayışığı. Can sıkıntısından olma
Camlardır onu alıp gece diye dizimize koyan
Seni gördüğüm bir aralıktır
Aslında tüm anlattığım
Ne anlamı kalırdı sevmenin,
Düşün ki mesafeler olmasa

Aman, bir andı, beni soracak sandım
Fotoğraf, kıyamet
-Ve en bilinmedik yerinden-
Simsiyah, yalabık bir etek
Ağzında tek bir soru:
Yaşamak bunca,
Neden niye,
Nefes almakla yetinmek.