esra asar

seni kendime yondum

ben eskiden bir aydım
benzim nelerden nelerden beyazdı
görmemek mümkün değil, tekrar dönmemek imkansız
ellerimi tutan halkları yürütebilir, kocasını boşayabilirdi.
ne zaman gözden çıkarmıştın beni işte
şimdi tüfeğimi büyük salonumuzun duvarına astılar
ben o salona girer girmez bulurdum senin yüzünü
demirlerinden kurtulurdun silkinip
insan kendine dövülmüş hançeri tanısa böyle olur muydu
ben de beni kucağına verdiklerinde böyle olmuş muydum?
çünkü seni ben dik tutuyorum, sana uzanan kolları da.
hadi bu gece su değince acıyan yerlerini de al gel
bi de benim önümde acısınlar.
herkes seni kıskanıyor sigaramdan içebiliyorsun ya
çünkü iki kişiyiz rengimiz ve bir tek bizim dengimiz kayalar
hal böyleyken söyle bana sana kim tokat atabilir
cebimde bi yüzük var sen onu biliyorsun
gözyaşlarını silip uyuttu seni yıllarca, serpildin
o benim cebimde hala.
aynalara bakma sakın onlar kimmiş
senin önüne geçilmez rüzgarlı gözlerin hangi yansımada çıkar
babaların baş ağrısı olur, neden peşinde diye sorma
senin baban oluyorum
onu ben öldürmedim ama beni o öldürdü
hem de beraber çıktığımız yolda. daha sivas’taydık
ağlamadım. bir şehri terk ettim diye kalbimi de terk ettim sanıyorlar
oysa ben radyonun çekmediği yerlerde fısıldayarak söylüyorum şarkıları,
karanlıkta kayıpların içinden çıkarıp yüyüp yıkıyorum yatağındaki geceleri
beni bul da yanına koy yatağında uyandır diyemem
burası başka, beni de başka edecek sıkı sarıl unutma da diyememiştim
suları koklamayı bitir yavrum bitir de eve geleyim
bizim günümüzde sular
asiliğimize asilik katacak
onlarla çalacağım kapıyı, boşa uğraş, bir damla bile sığmayacak avcuna,
birbirimizi kucakladıktan sonra kadim bir destandaymışız gibi
sularla yıkacağız
şehirleri
duyuyor musun gözlerine geldi mi
yavrum, rızan var mı ikimizin her zaman mahvolmuşu mahvetmesine
yoksa bütün gün o küçük kirpini pamuğum diye sevmekle mi meşgulsün
ben burada karlar altındayım