a. gülfem özer
siyam balığının heba etmediği şeyler
yedinci ayın birinde
elimin ayasını öptü venüs, neptün, uranüs
şimdi ellerim su grubuna girer
hastalığım nüksederse
bana biçilen ömre bakabilir el falı bilenler
ilk kez ne zaman yere tükürdüm,
bunu bana sormalı
avucumda söndürdüğüm sigaranın hesabı
yine avucuma sorulmalı
yedinci ayın birinde
akıl çizgim dünyayı dolaştı, geldi
kader çizgim tepemden aşağı leylaklar döküyordu da
hayat çizgim yetişti
bugün bir zeytin fidanının dibinde gömülüydü uluslar
bir kasnak üstüne kuruluydu manastır
bu yüzden oturduğumuz her yer sofrası
biraz daha kutsaldır
baş parmağımın birinci boğumu
kulak içim kadarmış
sol elimi yumruk yapmak
köşesiz kalbimi sıçratırmış
aziz allah, karıncalardan korkmam
iki parmağımın birer boğumu yeter can almaya,
yani ki şefaat allah
çok can aldım bu elin ayasıyla
yedinci ayın birinci günü
yerde bedenimin siyah bir fotokopisini gördüm
kahkahalarla ezdim onu,
tükürdüm suratının ortasına
dedim ki:
tutup ellerinden,
seni rollercoaster ya da bir gondol edasıyla
korkutayım
ölüm gelsin kapına, ellerimle kovayım
sarısı burnunda parmaklarınla
ensemde siyam balığı olmuşsun
bana lanet etmişsin de
allah’ın unuttuğu dağın adını bulmuşsun
yüksekçe bir mektebin dibine
boşalttığımda saframı,
gözlerini su diye yüzüme vurmuşsun
ellerim uzun ve ince,
yedinci ayın biri güzel
kuşların dilinde dünyaya,
“bir kılın bile kendisine ev bulamadığı yer” derler
çünkü burası ejderhalarla kumar oynanan,
hallâcın darağacına çekilmesiyle
eriyen yüzlerden ibaret bir yerdir
çünkü burası iki elin parmağını geçmeyecek kadar
az canlının çekincesiz
kendi dilini konuştuğu
ve mecnun adamların her gün
kınandığı bir yerdir
çünkü burası hüküm verenlerle dolu bir havuzda
siyam balığı olmayı denemektir
yedinci ayın birinde
akıl çizgim dünyayı dolaştı, geldi
kader çizgim tepemden aşağı leylaklar döküyordu da
hayat çizgim yetişti
yerdeki esmer ırklı bana dedim ki:
hani nasıl havanın buluta doyduğu günde,
doyamayan gözlerimiz vardı içi pis tırnaklarımıza
nasıl ki bir otel odasında
birbirine kapanmış kapılar gibiydi başlarımız
nasıl ki davullar çalıyordu da
ben kurbağalar yapıyordum yağlı kağıtlardan
nasıl ki sen hiç oralı değilmişçesine oralıydın
bu kadar çoktu işte allahlar’ımız
kurulmuş köşklerdeki tek noksanız biz
belli
o noksan da minik bir deliktir ki
azrail’in eli rahatça sığar
şimdi aziz allah, sultanlardan korkmam
iki parmağın birer boğumu yeter can almaya
öyle ki o minik deliğiz biz, yani şefaat allah
azrail’in elinin ayasını öpmeli bu dünya