oğulcan kütük
topçu taburu
her günkü kuşku, ev içlerinde bir şey
sokağın sarı saati, yorgun kanat altında bir şey
bir köpek dadanıp akşamını aradı
o günlerde devlet başladı şuramda bir şey
az önce bir cenaze geçmiş gibi önümüzden
sanki biraz tedirgin, dünden biraz daha küçüğüz şimdi
bir suç olarak sallanıyor bayraklar çatılarda ama biz
biz büyük kubbelere bakıyoruz, dev çelik kubbelere
allah orada bir çember gibidir şimdi – ölü bir dille konuşur
her şey kusuruyla yürür burada
yepyeni ölüler yıllanmış mezarlara gömülür ve
toprak bir sıkıntıyla çekilir içimizden
sağ baştan say, devlet biraz kabukludur ve ilkel
durmadan kuşatır yüceltir çünkü biraz ilkel
dolup boşaldıkça o akmaz denilen aktıkça saçıldıkça
sesini sırtında taşıyan bir asker üstüme devrilebilir
bir tabur halinde çıkabilirim o zaman dünyadan
bir tabur çıkabilir benden gövdeli ve ilkel
bu yüzden beni yarat biraz şaşır ve burada bırak
hiçbir işe yaramayan iki tüfek geçsin aramızdan
bu kalabalık karnaval, öfkeni suçunu sevdim
çok uzak bir ıslık taşıdığını, kubbelere bakıp delirdiğini
güzel putlar ve askerler basınca dünyayı ansızın
parlak bir ışık olarak tekrar görünmüş sana cümlen
ama durmadan emir alan ne yazabilir dünyada
bu ellerini el yapan kavga yeter mi barışmaya
yere çöküp üç kere istedim
anneme doğru dimdik uzanan bir köprü geçsin üstümüzden
sürüklenen her şeyin içinde diri bir çöp kadar belli
duyulan her şeyde aniden metal kadar belli
alıp başını giderler, gidenlerden bir kurban seçerler
kalan herkesin içinde bir ölü kadar belli
ne ki askere gitsem bir asker gitmez benden
taş elleri ve göğsü taburda gün kadar belli