burcu gece

bir ardışık sıranın milyon basamağında

Bağların içinden gelen çocuklarız,
körlenmiş duygularımız var.
Köyden az uzak çok yakın bir harmandan bakıyoruz
bulunduğumuz dünyaya.
Tabi Cibril yok kafalarımızda hınzırlık var.
Çalab bir masalda olmadığımızı
köyde çocukların bileğinde ki saate
göz ucuyla bakarken anlıyoruz.
Zihinlerimiz küçüklükten
çişimizi tutamadığımız zamanlardan örselenmiş bir kere.
O zamanlardan bu zamanlara
çok da bir değişiklik yok.
Yabancılık çekmemiz ise dünyaya
üşüdüğümüz anılardan ötürü.

Halk demişti ya bir zat “HALK HALK!”.
O zat dahi sıkışık yaşayan zihnimin bir ürünü olabilir.
Ama hakikatti halk diyordu halk.
Kalk der gibi,
Uyan der gibi,
Sivril der gibi,
Doğrul der gibi..

Halk doğrulandır doğrulabilendir nihayetinde.
Doğruydu hakikatin kana bulanmış hali..
Tarih, halkın kanlar dökülen hakikatleriyle doluydu.
Pıhtılaştırılmaya çalışılan bir gümrah halk…


Oku adam ol diye gönderilen evlatlardan alır alacağını şehrin büyüğü,
memleket kokunu aldığı gibi burun sızılarından.
Yakup’un Yusuf’tan ayrı düşüşüyle
İbrahim’in İsmail’den ayrı kalmayı göze almasıyla
aynı değil artık hicretler.
Evlat ki bu evlat eğildi, büküldü.
Bir ardışık sıranın milyon basamağında yeri aldı.

“Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.”
Tabi o basamaktan bu nida duyulmaz olmuş.
Kızların eli kına kokmaz, oğlanlar ise pörçük…
Evlat şimdi şehrin büyüğünde
geri doğru dönüp bakıyor
kendinden parçalar kopararak.
Dönmeyi isteyip dönememek pençesine düşmüş
çoktan farkında değil…