barış yıldırım
bütün gerçek bildiklerim nasıl tersine döndü?
I
Bunu size şunu söylemek için yazıyorum: artık yazmak zor, artık yazmak imkânsız.
Kaç gündür zihnimi kurutan bir hiçliğin içinde oturuyorum. Sanki çölün içinde bir çadır; kum, toz ve hırıltı
Kaç öğledir uzanıp öğle seslerini dinliyorum sokağın; hasta yatağına uzanır gibi. Boş sokaklardaki sessizlik, kesilince rahatsız eden o dinginlik, ayak lakırdıları, hava boşluğunda teneke tıkırtıları, boşlukta durup dururken oluşan seslerin – diyafram merkezli bir insan tahayyülünde başarılı olunabileceğinin ispatı– korkutarak hissettiren varlıkları
Kaç gecedir ağzımın tadı yaralı bir dili içinde şaklatır gibi; kan, pas ve diken-uçlarıyla dolu. Ve hepsi birer işaret, sindirim sistemi, dalak, ciğerlere dair.
Kaç öğündür, her yemek öncesi oturup tarlamın başına tütün ekiyorum çarşafıma
Kaç ikindi kaç kuşluktur vakti gelen bir çağırmaya dönüyorum sırtımı. Kaç vakittir hep bir soru kazıyor aklımı: Var olan her şey neden bir iz bırakır?
Ve sonunda oturup masanın başına kusmak istiyorum. Çünkü yazacak şey yok, yazmak artık suç, çünkü amacımız artık tanığı konuşturmak değil, öldürmek!
II
Eğer şahit olduklarımı size olabilecek en edepli yolla anlatmayı seçseydim, önce huzurlarınıza birini çağırmak gerekecekti. Benim tarifimi size iletmek üzere; bir şahit daha…
İhaneti, en büyük küçülmeyi ve en büyük yükselmeyi gördüm. Zamanın ötesindeki haklılığı, gerçeğin daha bir kor halinde ortaya çıkarken bile ateşten bir adaleti evlere bölüştürdüğünü. Ölümü ve yaşamı kusulurken gördüm. Ve kendimi de görebilmem için kökleri belki de başka bir kıtada atılmış olan bu yaprakları görmem, solumam ve köklerine kendi ellerimle su vermem gerekti. Düpedüz cinayetler gördüm, dolayımlamalı cinayetler, havale edilen, çok asırlık usta işi, hep kapıda bir nefes aralık gözlemiş kötülükler gördüm, o ince çizgide geceler boyu birikmiş ve süzülmüş içeri ilk boşlukta, işittim.
III
O yüzden şimdi, gördüklerimi değil kendimi anlatmam gerekiyor size; içinde sesler yankılanan silindir bir küp şeklindeki boşluğu. Arada kalmışlığın cehennemini, şahitleriyle, huzurlarınızda… Artık suçtur onu yazmamak; çünkü ne üflendiyse içine onu söyledi çalgısı
Ben, şunu fark ettim; yazı yazdığım onca zaman içinde hep bir boşlukla sargılıydı etrafım. Söylediğimi söyleyenin asaleti gözlerimin önünden gitmiyordu. Sahne şöyleydi: İşte geliyordu o duygu söylenebilecek olmanın şansıyla, yavaş yavaş yükselen tiz bir ses koroya dönüşürken o ses de doğru zaman ve yerdeydi: Vicdan neden yaralı bir yol kadar sessiz… Söyletmekti, benzetmekti kendi duyguna benzeyen sesleri, kendine, sözünü sözüm ona özüne.
Ama ne er ne de geç, zamansız, fazlalıktan yapılan, o eski doğumdan kalma biz şair ruhlar nasıl inanırız kendi yalanımıza bir kez daha; şiir artık yazılamaz çünkü ancak tekniğin tek eli sıvazlıyor kendini kendi gözünde görmenin cazibesini. Şiir yazamayız artık; o bizi yalnızca teşhir eder.
Tiksinmekten yazmaya takati kalanların ömrü ah şiir için fazla değerli!
IV
Yokken şiirler yazdığımı söylüyorum size; daha ne duymayı bekleyebilirsiniz ki hayatta; hoş, olmayan kadınlar sevdiği için şair olup
olanı reddederek gömülen de oldu bu ülkede –ne acı, ne çirkindi o an-
asi şiir gençlerinin, sanatsever ve halkın üstüne manşet atan kıdemli dostlar edindiği de
had de hudut da aymazlık sınırı içindeydi
ve biz de
ihmal edilmiş, keza ihlal ve bu kez iğfal etmiştik
V
Size yokken şiir yazdığımı söylüyorum baylar bayanlar
Bu azımsanmamalı
Ciddiye alın bu sistematik düzenbazlığı
çocuklar öğrendi derken hay aksi!
Yeni şeyler öğrendik ve bize bir nesil kadar burada konaklayacağımız söylendi sizi akşam rakılarıyla vücudunuzdaki hasarı ovup
Ilık yaz tatilleriyle ağırlayacağız
Çünkü bunları gerektirir şairane bir yaşam dendi bize
Ergenlerin düzüldüğü barakalardaki duvar deliklerinde gözümüz yoktur
Ateş, kan ve kül! Zinhar düşman başına
Kişisel haklar temelindeki düzüşmenin
Kadim köşebaşları, kolbaşları
Gerçekte kim olduğumuzu bilmiyoruz
Ve ondan doğuyor cesaretimiz, cehaletimizden
Mahkum edildiğimiz savaş cehennemini bilmememizden!
dedik biz de onlara; çünkü çoktular
VI
Doğru bildiğiniz bütün gerçeklerin tersine dönmesi nedir derseniz; aklınızdan bile geçmez bu; acıyla yoğunlaştırılmış bir harmanlama; hayatın, bir acıyla buluşmaya gitme olduğunu ve bunun fizyolojik bir prensip olduğunu, bunda kederlenecek bir şey olmadığını derinden idrak etmek ve ancak ondan sonra yaşamın sunduğu beklenmedik, hak edilmedik yemişle sarhoş olmak gibidir bu; öyle bir meyvedir ki yediğiniz için suçlu hissedersiniz kendinizi. Ancak o zaman hatırlarsınız doğumunuzun da hak edilmediğini. Ama suçun ispatı, varlığıdır. Oradadır. Hep bilinmiştir. Bilinmeden bilinen, söylemeden buyuran odur. Yolu çizen, gözü kapatan, kulağı sağır, kalbi nasırlı, ruhu çarpık, gözü bozuk, dili çözük kılan, temeldeki o sorunun haklılığıdır: Ne suç işledin ki bu kadar korkuyorsun? Bu soruyu sormayı Dostoyevski’den öğrenenlerse şöyle böbürlenmekte yerden göğe kadar haklıdır (bir kadeh içmek için ne güzel bir neden! Böyle kutlanmalıdır yaşam!): Ne kadar korkuyordun ki böyle büyük bir suç işledin? Üstüne gidildikçe saldıran her hayvan gibi insan, en hayati yerinden, kendisini bugünlere getiren en ayırıcı yeteneğinden, aklından sakat olan insanın korkusu, onu bu gezegenin derinliklerine bağlayan en köklü şeydir; yeryüzünde korkudan daha büyük bir şey yoktur; sadece onun erişemediği parlak ateşler yanar kimi zirvelerde. Varlıkların içinde suçu en büyük olan, bu korkusunun neticesinde Tanrı’ya eşdeğer olduğuna inandığı bir ödülle cezalandırılmıştır: aklıyla. Hem onun kadar üstün duymuştur kendisini hem cezalandırılması gerekecek kadar ihanet içinde ona karşı! O an en zengin varlık, en yoksul varlığa dönüşür. İşte bugünün en zengin varlığı, o onuruna düşkün yoksul varlıkların torunlarıdır.
VII
Yazmak için olmak gerekir. Yazıyor-olan, bize kendi gerçeğini anlatır. Kendi suçunu ve cezasını; zaferini ve cezalandırışını. Ve artık suçlarımız yazılmayacak kadar çirkin (çünkü hepsi küçük küçük suçlardan oluşan büyük büyük suçlar) ve cezamız okunmayacak kadar kirli ve korkunç. Kim yazacak bu dehşeti? Kendi çarmıhını kim yazacak? Kendisini çarmıhta öldürmekten tiksinirken, önce olmanın gerektiği şiir için kim vaz geçecek olmama hakkından?
VIII
Diplomat okulunda yetişmiş çocuk, öyleyse bayım; sizin dediğinizden, dedi en heyecanlı yerine geldiğini belli eden bir nefes alarak, tek bir şey çıkar: Artık bize lazım olan şiir değil kulaklardır. “Çünkü o zaman duyulur güneş doğunca susan kaygılar; ne zaman diner insanın içindeki boşluk ve nasıl azar? Kendi kuyusundan kaçanların acelesinde, tadına varılacak müzik bulunamaz.”
IX
“İlk şair olmaya ilk kim cüret edecek öyleyse?”
X
Şimdi, bu ağustos gecesi, yazın bu dermansız sıcağında yağmur yağacak az sonra toprağın kokusu duyulacak parmaklıklardan güneş dolacak içeri yavaş yavaş
Önce başka nesnelere sonra diğerlerine çarpacak,
Eşyalar önce gölgeli sonra parlak
Tozlar uçuşacak, su kaynayacak
Uyandığı için mutlu olan akıl
Uyuduğu için mutlu olan beden ve ikisinin arasında tatlı rüya
Hayra yorulacak! Teknik doğanın olacak sanat insanın.
Vesselam;
Bütün bildiklerinizi tersine çevirin önce sonra edin tek bir kelam.
2010/ Londra