barış yıldırım
cenk bayırı
I
Bize sırlarını taşıttılar o esrarlı hayaletler
buhran denizinden esrarlı gemilerle çilekeş
özlemden otlar tutuşturarak sararmış otlar
zodyak terazisinde altını gümüşle değiştiren
karanlığın kâsesine doğranmış oğlanlar arasında
bir gözü resimdeki boşluğa kayan alışkanlık
amonyak kokulu geceler yine rüyâlara dadanmış
narkoz, bit ilacı, çük kesiği – haytalar arasında
ruhban, ruhbanlar arasında hayta
bir örümcek bakışına boyun eğecek, âlâ!
II
Krizantem sarası, bu işte döktüğüm buhranlara
biraz da aseton, tereddütle çekilen bıçağın dehası
dizanteri safrası, su işte söktüğüm aynalara
tapınak sahrası, dil altına süpürmenin vahası
savrulduğum tapınaktan dağıttığım mahşere
beyin sofrası, tırmık atlası, Pazar yeri vebası
bademciklerin altında çığırtkanlık tezgâhları
yek yara almadan aklımın attığı manşetlerden
tırnaklarını pençeleriyle törpüleyen sevgilisiyim ömür çizgimin
nic’olmuş hâlleriyle gözüme sokulmuş ölülerin gözünde
taş eti yerlilerin, oygusuz sözlü icranlar, delirmeme sanatları
buydu, buydu koşup bana sarılan açıklık
üstüme dökülen cüz eriyik bir maden ya da asit ne fark eder
benim işte o yüz, evinizi tütsüleyen plastik
III
Uçarken üstümüzden kanatları kırık hükümetsiz kuş
indiği içimize lütufkâr bir merdivenle alçalarak
dişlenmiş eti iğdişlenmiş – muhasebeciler ve
müdürlerce; neyim varsa verdim Türkiye’nize:
“artık kanatlarım yok, artık kürek kemiklerim var”
neon dantellerin evrimi yendi örümcekleri Victor
küçük olan her şey büyük olanı yendi
yedi evinin dişisini evinin erkeği bıyıklı tarantula
bırakarak yüzünü avuçlarımızın hiç görmezden geldiği
bir kuş; tehditkâr merdivenini topladı – anlayarak
mutluluk dediğiniz cehennem içimde bir Tanrı yarattı
açtı cesedim torbasını cinayetlik ağzıyla: sizdeki papalık kaç papel?