LOUISE GLÜCK
(çev: ahmet güntan & mahmut sefa ipek
Aboriginal Landscape
(kadim manzara)
Babanın üstüne basıyorsun dedi annem,
gerçekten tam merkezinde duruyordum
bir çim tarhının, öyle düzgün biçilmiş ki babamın
mezarı olabilirdi, bunu belirten bir taş yoktu gerçi.
Babanın üstüne basıyorsun diye tekrarladı,
bu defa yüksek sesle, ki bana tuhaf gelmeye başladı,
çünkü o da ölüydü; doktor bile kabul etmişti bunu.
Biraz yana doğru kaydım, babamın
bitip annemin başladığı yere.
Mezarlık sessizdi. Rüzgar ağaçlardan süzülüyordu;
birkaç sıra ötede ağlayanları duyabiliyordum, belli belirsiz,
ve daha ötede inleyen bir köpek.
En sonunda o sesler dindi. Aklımdan buraya
nasıl geldiğimi hatırlamadığım geçti,
şu an mezarlığa benzeyen yere, gerçi sadece
hayal ettiğim bir mezarlık olabilir; belki bir park veya park değilse
bir bahçe ya da bir kameriye, mis kokulu, şimdi fark ettim, güllerin kokusuyla—
douceur de vivre havayı kapladı, hayatın lezzetleri,
öyle derler ya. Bir noktada,
aklıma geldi, yalnızdım.
Diğerleri nereye gitmişti,
kuzenlerim ve kız kardeşim, Caitlin ve Abigail?
Işık azalmaya başlamıştı. Bizi eve götürmek için
bekleyen araba neredeydi?
Ben de başka bazı yollar aramaya koyuldum. İçimde
büyüyen bir sabırsızlık hissettim, yaklaşan bir endişe diyebilirim.
Nihayet, uzakta, küçük bir tren fark ettim,
durmuş sanki, yeşilliğin ardında, kondüktörü
bir kapı kenarına yaslanmış oyalanıyor, sigarasını içiyor.
Beni unutma diye haykırdım, koşuyordum artık
parsellerin üstünden, bir sürü anne ve baba—
Beni unutma diye haykırdım, sonunda yanına varınca.
Hanımefendi dedi, rayları göstererek,
görüyorsunuz ya, bu son durak, raylar buradan ileri gitmiyor.
Sözleri acımasız olsa da gözleri merhametliydi;
bu ısrar etmem için beni daha da yüreklendirdi.
Ama geriye doğru gidiyorlar, dedim ve sağlamlıklarına
dikkatini çektim, daha epey semeresini verir dercesine.
Biliyor musunuz dedi, işimiz zor: epeyce kedere
ve hayal kırıklığına göğüs gereriz.
Çoğalan bir samimiyetle gözümün içine baktı.
Bir zamanlar ben de sizin gibiydim diye ekledi, kargaşaya âşıktım.
Artık bir eski dosta konuşur gibi konuştum:
Peki sen, dedim, yola çıkmakta özgürdü çünkü,
şehri tekrar görmek için
eve gitmeye hiç niyetin yok mu?
Benim evim burası dedi.
Şehir —şehir benim kayıplara karıştığım yer.
https://www.poetryfoundation.org/poetrymagazine/poems/56626/aboriginal-landscape